Beşinci Bölüm
ORPHEUS: LANET VE KEHANET
Demeter’in soluğundan gelen renkler artık soluktu. Yeşile düşen kızıl, kalan tüm renkleri söküp almıştı. Orpheus tüm yürekleri titreten bir feryat kopardığında, Olympos’tan Kafkaslara kadar her yer sessizleşti. Artık her yer siyahlara bürünmüştü. Sessizlik ve siyah uyumluydu. Orpheus’un sesi de kaybolmuştu, ruhundaki renkleri de.
Sessizlik ve renksizlik onun kaderiydi artık. Sessiz bir ozan, renksiz bir şairdi. Tek bildiği şarkı sessizlikti. Sözlerinde sadece siyahın karası ve ruhundaki ölüm vardı.
Sonraki birkaç günü hatırlamıyordu Orpheus. Bir yılanın sokarak öldürdüğü sevgilisini gömdü Demeter’in yolladığı karların altına. Bembeyaz karlar bile simsiyahtı onun gözünde. Sadece Eurydice’nin solgun bedeni rengini koruyordu. O da gömülünce toprağın altına, hiçbir renk kalmadı dünyanın bağrında.
Lirini çıkardı Orpheus. Son bir şarkı söyleyecek ve sevdiği kadına katılacaktı. Onu yaşamda bırakmadığı gibi ölümde de yalnız bırakamazdı. Ruhunda kalan parçaları topladı teker teker. Onun gözlerinden taşan güzel renklerin anısını ve güzel sesinin yankısını çıkardı lirinden. O gün, Orpheus ağıdını yakarken uzak diyarlarda da, Olympos’un tepesinde de, uzaktaki çöllerde de, batıdaki ormanlarda da, kuzeydeki tepelerde de ağlamayan tek bir kişi yoktu. Herkesin yüreğine erişti en yetenekli ozanın ağıdı. Herkes kaybolan renkler ve sessizlikle boğulan melodiler için gözyaşı döktü. Orpheus’un acısına ağladılar ve Eurydice’nin renkleri, artık gökyüzü ve toprak denen tuvali boyamadığı için feryatlara eşlik ettiler.
Orpheus ağıtla birlikte ruhundan kalanları da yaktı ve külleri görmek için başını kaldırdığında mezarın başında duran bir adam gördü. Gecenin bağrında parıltılı bir görünüşü vardı. Gözlerine güneş kadar parlak izler düşmüştü. Saçlarındaki altın, geceyle savaşmak istiyordu.
“Demeter hüzünle bakıyor sanırım buraya.” Adamın sesi sakindi.
“Kimsin?” diye zar zor sorabildi Orpheus. Canı o kadar yanıyordu ki, bir an önce içinde ağırlık yapan ruhundan kurtulmak istiyordu. Yoksa ruhuna ağırlık yapan bedeni miydi? Tek bildiği ağırdı artık. Toprağın altı çağırıyordu onu.
“Sana o liri hediye eden kişiyi ne çabuk unuttun?”
Orpheus kafası karışmış şekilde baktı karşısındaki adama. Küçüklüğünden anılar üzerine doğru yıkılınca başını salladı. “Acestor.”
“O zamanlar kullandığım isim oydu. Sadece geceleri yürüyebildiğim günlerde değildik. Gücüm yerindeydi.”
Orpheus’un kafası çok karışmıştı ve umursamak bile gelmiyordu içinden. “Ne istiyorsun benden?”
“Ben zamanın ötesini görürüm. Senin hakkında da bir şeyler gördüm.”
“Ne gördün?”
“Ölmek istediğini.”
“O zaman gerçekten bir kahinmişsin.”
Orpheus kalkarak ardına döndü ve lirini orada bıraktı. Artık çalacak notaları kalmamıştı. Tek istediği gerçekten ölmekti.
“Lanetlisin Orpheus.”
Bu sözler üzerine adım atmayı bırakan Orpheus omzunun üstünden adama baktı. “Ne laneti?”
“Ölemeyeceksin. Sen ve Eurydice sonsuza kadar kavuşamayacak şekilde lanetlendiniz. Eurydice, benim şarkılarımdan doğan çocukların soyundan geliyor. Zeus uzun zamandır hepsini tek tek arzuluyordu. Seslerinde büyük bir güç yatıyordu. Eurydice’nin çok sevdiği kız kardeşini ondan Zeus almıştı. Hera’nın istediği şey de bu: O soydan gelenlerin gücü. Hera bu soyu lanetledi. Artık aşkla kutsanmış o şarkıyı söyledikleri zaman ruhları lanetleniyor ve asla kavuşamıyorlar. Eurydice seni o şarkıyı söylerken duydu.”
Bir anda üzerine yağan bilgilerden, kehanetlerden ve tanrılardan bunalan Orpheus afalladı. “Sevdiğim kadına kavuşamayacak mıyım Hades’in yanında?”
“Hayır, senin hakkında gördüğüm kehanet ölmeni engelliyor.”
“Kimsin sen?” Bir yılan zehrini akıtıyor gibi çıkıyordu Orpheus’un sesi. “Ne istiyorsun benden?”
“Sevdiğini kurtarmanı. Bu laneti kırmanı. Hera, gücümü kırdı bu lanetle. Ancak sen kaldırabilirsin bunu, Eurydice’yi geri getirebilirsen. Hera laneti koyarken şarkının üstüne, ben senin ruhuna bir işaret koydum. Bu senin gücün olacak.
Kehanet bittiğinde ve artık Apollo olduğunu anladığı adam sessizleştiğinde Orpheus gözleri dolmuş bir şekilde öylece kalakaldı.
“Onu kurtarabilir miyim?”
“Kurtarabilirsin.”
Yıllar önce o kıyıda, annesi ve babası için gözyaşı dökmüştü. Özlemle.
Sonra yeşilin üzerindeki kızıl için, sevdiği kadın için gözyaşı dökmüştü. Hüzünle.
Bu defa kehanetin sözleri için ve güneşin parıltısı için gözyaşı döküyordu.
Umutla.
“Senin ruhunda bir ayna var Orpheus. Yalnızca görmesi gerekenler görebilir. Hera bu laneti koyduğu gün ruhuna ben yerleştirdim onu.” Güneşin tanrısı duraksadı. “Zamanı gelince anlayacaksın.”
Orpheus gözlerini açıp kapadığında ve ne diyeceğini bilemez bir halde kalakaldığında Apollo gitmişti. Orpheus bunların rüya olduğunu ya da aklını oynattığını düşünmeye başladı. Kahkaha attı güçlüce. Karların üstünden ruhuna doğru yansıyan kahkahayı Yeraltı’ndakiler bile işitmişti. Charon artık onu bekliyordu.
Bembeyaz karlar yerini öfkeli alevlere bırakana kadar yürüdü Orpheus. Ruhunda yanan umudun aleviyle yürüdü. Yeraltı’nın kapılarına gelene dek ne kadar vakit geçtiğini bilmiyordu. Soğuk nefesi artık geride buğulu izler bırakmadığında ve Avernus Nehri’nin ucundaki mağarayı gördüğünde vaktin geldiğini anladı.
Ölemeyen bir adam, ölülerin topraklarına giriyordu.
Mağaraya girerken yaşayanların dünyasındaydı hala. Rüzgarın sesini işitiyordu ve dönmek için çabalayan renklerin solgun ışıltısını görüyordu. Gözleri sanki kapalıymış gibi uzun süre karanlıkta yürüdü. En sonunda gördüğü ışık gökyüzünün huzurlu mavisine değil alevlerin öfkeli kızılına aitti.
Ölüler dünyasına selam etse de ruhu, burada olmaması gereken bedeni huzursuzdu. Önce derinlerden bir havlama sesi duydu. Üç kere havladı yankılanarak. Üçüncüsünde sustu. Orpheus yürümeye başladı ve derin bir nefes aldığında sülfürün burnuna sürten kokusunu içine çekti. Ciğerleri yansa da ruhu zaten alev alevdi.
Adımları onu Styx’in kıyısına getirdi. Ölüm dokunmuş gibi kapkara bir pelerinle sarılmış, kemikten başka bir şeyi olmayan bir adam dikiliyordu kara bir kayığın başında. Orpheus yanına yürüdüğünde bomboş gözlerle baktı ve sessizliğini korudu.
“Charon.” dedi Orpheus. Bir sikke uzattı ona. Müziğinin gücüyle ve sesindeki tınılarla kazandığı ilk sikkeyi. Asla yanından ayırmadığı sikkeyi. “Ruhumdan bir parça gibidir bu para. Eğer izin verirsen ruhumun diğer parçasına ulaşmak için takas etmek isterim.”
Böylece başladı Orpheus’un yolculuğu ölümün kalbine doğru. Ölümün atan bir kalbi var mı yok mu görmeye gidiyordu. Thanatos’un kalbi atmıyorsa bile Hades’inkinin atacağını umdu. Eğer atan bir kalp varsa orada, kendi kalbinden yansıyan sevgiyi görürdü belki. Böylelikle kavuşurdu sevdiği kadınla elleri.
Orpheus son kez kalbinin atıp atmadığını kontrol etti. Hala hayattaydı. Karşısında ise Charon’un gözleri vardı.