Dördüncü Bölüm
EURYDICE: FERYAT
Eurydice, hayalde gibiydi. Çiçekler açmıştı, yemyeşildi her yer- Doğa yeniden gülümsüyor, sevdiği adamla olan birlikteliğini onunla kutluyordu adeta. Belki de Demeter ondan nefret etmiyordu, belki de Olympos bir defa olsun onun mutlu olmasına izin verecekti.
Etrafı dostlarıyla çevrili bir şekilde kadeh kaldırırken aklında yalnızca sevdiği adam yoktu. Kız kardeşim burada olsaydı, diye düşündü. Kız kardeşi onunla değildi. Kız kardeşi, ondan alınmıştı. Bir yanını tamamlamış olsa da bir yanı hala eskisi kadar buruk ve eksikti.
Kulaklarında bir kez daha sevdiği adamın çaldığı melodiler yankılanıyordu. Kendi canı kadar sevdiği adamın ezgisi güçlüydü, sesi kuvvetli. Müziği kalbinin en derinlerinde hissetti Eurydice, müzik ruhunun alevini harladı adeta. Sevgilisinin, kalbini rahatlatan müziğini dinlerken Eurydice, kız kardeşinin izini bir anlığına olsun kafasından uzaklaştırmak ister gibi bahar tacıyla ve çiçeklerle süslenmiş başını salladı ve sevdiği adamın yanağına eğilerek hafif bir öpücük kondurdu.
Orpheus, lirini konuştururken Eurydice bir hayalin içindeymişçesine sevgilisini izliyor, bir yandan da elindeki şarabı yudumluyordu. Nasıl olmuştu da bu kadar şanslı olabilmişti? Aşkın, sönmüş yıldızları tekrar harlayan müziğini var eden adamın gözleri, nasıl olmuştu da kendininkiyle buluşmuştu? Var olmayı istiyordu Eurydice, ömrünün geri kalanını Orpheus ile geçirecek olmak demekse bu. Kız kardeşinin acı kaderiyle yüzleşmesinden beri hayatında ilk defa var olmayı bu denli istiyordu, yaşamak artık acı vermiyordu. Orpheus’un müziğini dinlerken onunla olmayı ne kadar istediğini bir kez daha hatırlamış oldu böylece.
Bir anlığına, yalnızca bir anlığına, kız kardeşinin kendine seslendiğini işitti. Sevdiği adamın müziği, şimdi ona en sevgili anılarını yaşatıyordu belli ki. Eurydice, huzur içinde gözlerini kapattı. Aradan bir an geçmişti ki bir kez daha duydu o sesi. Bu defa ses onu kendine çağırıyor, onu beklediğini söylüyordu. Bu sesi özlemişti Eurydice, her şeyden çok özlemişti. Gözlerini açtı, etrafı izledi. Yalnızca Orpheus’u görüyordu. Sevgilisi, parlıyordu.
Eurydice bir kadeh daha aldı. Orpheus, müziğini bitirmek üzereydi. Tam kendine gelmişti ki bir kez daha duydu o sesi Eurydice. Bu defa ses daha uzaktı. Uzak olmasına rağmen o kadar gerçekti ki, Eurydice elini sesin geldiği yere doğru uzatmak istedi. Belki parmakları, son defa çok sevdiği o kız kardeşine değerdi. Belki, belki yeterince uzansaydı, belki doğru yere adım atsaydı, belki…
Böylece sevgilisinin yanına gitti. Şarkısını yeni bitirmişti Orpheus. Kız kardeşinin sesini duyduğunu ona söylemeli miydi? Kendisine güler miydi Orpheus, onu ciddiye alır mıydı? Sevgilisini vazgeçirmeye çalışır mıydı kız kardeşine ulaşmaktan? Bu gibi düşünceler onu da şüpheye düşürdü, duyduğu sesten bahsetmedi sevgilisine. Yalnızca suratına bir gülümseme iliştirerek kulağına eğildi ve geri döneceğini fısıldadı. Sesi takip edecekti yalnızca, sonra da hemen geri dönecekti. Sesin nereden geldiğini anlarsa her şey düzelirdi. Her şey düzelecekti.
Eurydice, tepenin eteklerine doğru ilerlerken kız kardeşinin sesini bir kez daha duydu, irkildi. Bu ses, aldığı nefes kadar gerçekti. Kız kardeşi geri mi dönmüştü yoksa? Bu başka bir ses miydi, Eurydice yalnızca kız kardeşinin sesini mi unutmuştu? Onu neden çağırıyordu, neden istiyordu? Ona ihtiyacı mı vardı? Acı içinde miydi, özlemiş miydi onu?
Rüzgar, güzelim elbisesini kırıştırıyordu. Eurydice’nin attığı her adımda saçlarındaki çiçekler tek tek dökülüyordu. İlerledikçe ses daha da şiddetleniyor, her adımında biraz daha çağırıyordu kendisini. Bu sesin özünde ne vardı? Acı mı? Özlem mi? Ne hissettirmeye çalışıyordu ona? Neden çağırıyordu onu? Nereye gidiyordu? Adımlarını hızlandırırken ayaklarının dibine düşen zambağı ezdiğini fark etmedi bile Eurydice.
Kıyıya vardı böylelikte. Son baktığında kendisini çağıran, bedenini isteyen uçsuz bucaksız okyanus, şimdi ona kız kardeşini mi verecekti? Tanrılar ondan özür mü diliyordu yoksa? Eurydice, gözlerini aydınlık gökyüzüne çevirdi. Zeus’un hediyesini bekliyordu artık. Kıyıya gelmiş olsa da kulaklarında hala o ses yankılanıyordu, hala bitmemişti. Eurydice, gözlerini bir defa kapatıp açtı.
Biraz önce parlak değil miydi bu gökyüzü?
Doğa gülümsemiyor muydu ona?
Neden şimdi kararmıştı, neden titriyordu Eurydice tenine değen rüzgarla?
Demeter neden kızmıştı ona? O da Zeus’un şimşeklerine eşlik mi edecekti artık?
Kulaklarında yankılanan o tanıdık ve tatlı ses, güçlenmeye başladı. Güçlendi, güçlendi, Eurydice’nin kafasındaki senfoni yerini haykırışlara bırakana kadar güçlendi, ses yükseldikçe Eurydice sessizliği talep etti, elleriyle kapattı kulaklarını, dizleri titriyordu, yere çöktüğünü fark etmedi bile. Sessizlik istiyordu artık, kız kardeşi değildi bu, kız kardeşi onu üzmezdi, bağırmazdı ona, kız kardeşinin çığlığı değildi bu, kimindi, kimdi, ne istiyordu, neydi-
Sonra her şey sessizleşti.
Eurydice korku içinde gözlerini açtığında, kızgın gökyüzü yoktu artık. Her yer hiçlikti.
Durduğu yer, ölüm kokuyordu. Duyduğu tek ses, bir köpeğin havlamasıydı. Tekrar havladı. Tekrar havladı. Üçüncüde sustu. Pür sessizlik hakimdi artık buraya. Sevdiği adamın müziği neredeydi? Okyanus nereye kaybolmuştu? Kız kardeşi mi getirmişti onu buraya yoksa? Burada mı buluşacaktı onunla?
Eurydice korkuyordu. İleriye doğru, titrek, birkaç adım attı. Hiçlik içinde yankılandı ayak sesleri. Böylece koşmaya başladı. Koştu, koştu, nefesini tüketene kadar koştu, sevgilisine koştu, kız kardeşine koştu. Bir aydınlık görene kadar koştu.
Adımlarını umut içinde atan kadın, birazdan ölülerin tanrısı ile tanışacağından habersizdi.
Gördüğü şey yıldızların aydınlığı değil, titrek bir alevin parıltısıydı. Gökyüzü, huzurun mavisiyle değil, ateşlerin öfkeli kızılıyla kaplıydı.