Üçüncü Bölüm
ORPHEUS: FERYAT
Eğer bir şarkı varsa Khaos’tan yayılan ve insanların, tanrıların kalplerinde aşk diye yankılanan, Orpheus biliyordu ezgilerini. Eurydice dediklerinin gözlerinde görmüştü, sesinde işitmişti, dokunuşundan tanımıştı ve aldığı nefeslerden anlamıştı. Khaos evreni bu yüzden yaratmıştı belki de.
Gözleri karşılaştığından beri geçen saniyeler, saatlere; saatler, günlere evrilmişti. Yok edilmiş olsa da, zamanın tanrısı Chronos inceliklerini bırakmıştı dünyaya. Eurydice’yle yapılan ezgiler, söylenen şarkılar; zamanı donduruyordu. Zamanı, dünyayı, tanrıları dahi sadece ikisine ve aralarını dolduran havaya hapsetmeyi becermişlerdi. Sadece ikisi önemliydi. Gökyüzü de, bahar ayları da, yaz mevsimi de, yağan karlar da, esen rüzgarlar da ikisi içindi sadece.
Günler artık yerini yıllara bıraktığında ve kutlu bahar mevsimi çiçeklerini açtığında, o gün geldi. Aldıkları soluklarla beraber, geleceğe vadedilmiş zamanlarını da birleştirmeye karar verdiler. Olasılıklarını, bundan sonra görecekleri şeylerin potansiyelini birbirlerine emanet ettiler ve bahar taçlarıyla, eşsiz ezgilerle ölüme kadar birbirlerini seveceklerine dair yemin ettiler.
Tanrılar bile izlemişlerdi bu birleşmeyi, iki ruhun birbirine ettiği yemini. Kimileri için neşe sebebi oldu, kimileri içinse kötülüğün temeli.
Bir tepenin eteğinde, esen rüzgarların arasında, güzel şaraplarla, zeytinlerle ve akla hayale sığmayacak güzellikteki yemeklerle dolu sofraların yanıbaşında kutladılar bu evliliği. Orpheus’un ve Eurydice’nin dostları kadehlerini ikisinin sağlığı ve mutluluğu için kaldırdılar.
Zaman onlar için güzel oyunlar oynasa da, unuttukları bir şey vardı: Chronos acımasızdı. Zaman yok ediciydi ve eninde sonunda kazanan o olurdu. Mutluluk da biterdi, güzel günler de.
Orpheus içtiği şaraptan ve yediği yemekten sonra lirini aldı ve güzel bir şarkı çaldı. Mutluluğunun bitmek üzere olduğunun farkında olmayan bir adamdı. Ezgisi güçlüydü, sesi kuvvetli. Dinleyicileri sessizdi, olması gerektiği gibi. Şarkıyı ruhlarında hissettiler ve ozanlığın en üstlerindeki bu adamın müziğini içlerindeki aleve katmayı tercih ettiler.
Şarkı bittiğinde Eurydice bir öpücük kondurdu yanağına. Sıcacıktı. Şaraptan, baharın tatlı ılıklığından, üstlerine giydikleri kaliteli derilerden daha sıcaktı. Gölgelerde uyuyan bir avcının, sonunda güneşe döndüğünde hissettiğinden daha iyiydi. Sevdiği kadın, birazdan döneceğini söyleyerek uzaklaştı yanından. Orpheus da dostlarına döndü ve bu sefer sessizliğin dinleyeceği değil, insanların coşkuyla bahar ve evlenen çift için dans edeceği bir şarkı çalmaya başladı.
Liri huzursuzdu. Parmakları kasvete batmıştı sanki. İnsanlar çok da fark etmeseler de, Orpheus huzursuzdu. Şarkısını çok uzatmadı. Dostlarının dikkatini başka yönlerde tutup kısa süreliğine uzaklaştı kalabalıktan. Eurydice’yi görmeliydi. Ruhunda aniden yükselen bir bulantı vardı. Neşeli şarkısının melodileri hala uzaklardan gelse de, Orpheus bir şeylerin yanlış gittiğini biliyordu.
Tepenin eteklerinden, kayalıkların kapladığı kıyıya gittiğinde, rüzgar güçlenmişti. Müzisyenin attığı adımlar zordu. Toprak mücadele ediyordu sanki onunla. Rüzgar terse gitsin diye tüm gücüyle esiyordu. Dalgaların sesi arttıkça artıyordu. Kuşlar huzursuzca ötmeye başlamıştı. Hepsinin gürültüsü Orpheus’un etrafını sarmalıyordu ve gökyüzündeki bulutlar yavaş yavaş bir araya toplanıyordu.
Önce kızılı gördü. Yeşilin üstüne sanki beceriksizce bırakılmış bir fırça darbesi gibiydi. Yeri orası değildi. Bunu çizen ressam neyi düşünüyordu? Kızıl asla yeşille gitmezdi. Asla. Yeşilin üzerindeki kızıl asla iyiye alamet getirmezdi.
Sonra ruhunun yarısını gördü. Artık orada değildi. Bedenini terk etmişti. Güzeller güzeli toprakların kıyısında, en büyük kasvet çökmüştü artık. Bu kimin intikamıydı?
Göklere baktı Orpheus. Ruhuyla birlikte feryat etti. Gökleri yırtan, Olympos’u titreten, Tanrıların yüreğindeki eski alevleri harlayan bir çığlık kopardı.
O gün Olympos’takiler aralarından biri merhamet ismini taşımadığı için utançtan yerin dibine girmek istediler.