Merhaba sevgili Yıldızsız okuyucuları, nasılsınız? Umarım gününüz güzel geçiyordur. Son zamanlarda film ve dizilerdeki kostüm tasarımı gittikçe daha fazla ilgimi çekmeye başladı, ben de “Neden kostüm tasarımıyla alakalı bir yazı yazmıyorum ki?” dedim. Bugün sizlere Emily in Paris dizisinin ve The Devil Wears Prada’nın kostüm tasarımını kıyaslayarak Emily in Paris’in bu alanda bana göre neden The Devil Wears Prada’ya kıyasla başarısız kaldığını, Emily ve Andrea’nın kıyafetlerini kıyaslayarak anlatacağım.
Siz “Bu iki yapımın ne alakası var ki?” diye sormadan ben hemen cevaplayayım: Emily in Paris’in kostüm tasarımcısı Patricia Field, The Devil Wears Prada’nın da kostüm tasarımını yapmıştı. Hatta kendisi 1998-2004 arası yayınlanan ve 90’ların sonu 2000’lerin başını bir araya getirerek ikonik kıyafetlere sahip olan Sex and the City’de, yine Emily in Paris’in kadrosunda (yazar olarak) yer alan Darren Star ile beraber çalışmış.
İzlemeyenler için bahsettiğim yapımların konularını hemen özet geçeyim. Emily in Paris, saygıdeğer bir Fransız pazarlama şirketi tarafından onlara Amerikan bakış açısı sağlaması adına bir iş teklifi alan Emily’i konu alıyor. The Devil Wears Prada ise New York’ta yaşayan Andrea’nın Runaway Magazin’in yöneticisinin yanında ikinci asistanı olarak işe girmesini anlatıyor.
The Devil Wears Prada, tamamen moda dünyası içinde geçerken Emily in Paris’te böyle bir şey yok. Ama Emily, çok da bir parası olmamasına rağmen ortada sürekli tasarımcı parçaları giyip gezince insan tabii ki Emily’nin modayla ilgilendiğini düşünüyor. Sonuçta modayla ilgilenmeyen birisi neden tasarımcı parçalarına zengin olmamasına rağmen o kadar para harcasın ki? Gerçi, dizi sırasında modaya olan tutkusundan bahsettiği hiç görülmüyor. Yine de yukarıda bahsettiğim durum, yani çok zengin olmamasına rağmen tasarımcı parçalar giymesi bunu düşündürtüyor. Ayrıca bir yerde ailesinin orta durumlu olduğundan bahsediyor, ailesinden gelen parayla almıyor yani bu kıyafetleri. Oturduğu apartman da güzel, pahalı bir yermiş görünmüyor. Ayrıca Paris’te bir pazarlama müdürünün maaşı ortalama 53 bin dolar. Aylık 5.700 dolar ediyor bu. O parayla hem kira, hem gezme tozma, hem bunca tasarımcı parçalara yetişmesi imkansız.
Emily’nin giydiği kıyafetleri asıl beğenmeme sebebim, kıyafetlerinin kendi kişiliğini yansıtmaması. “Ama ben çalışmaktan zevk alıyorum. Ve bir şeyleri başarmaktan. Bu beni mutlu ediyor.” diyen kız, Paris’in taşlı yollarında Louboutin’larla yürüyor ve bu iş için hiç uygun olmayan ayakkabılarla çok rahat bir şekilde işlerini halledip işkolik birisi olarak kalıyor! (Lütfen bize de sırlarını ver.) Sürekli renkli kıyafetler giyiyor ve belli bir tarzı yok, her tarzı deniyor.
The Devil Wears Prada’daki Andrea da farklı tarzlarda şeyler giyip giyim tarzını sürekli değiştiriyordu. Ancak bu hem Andrea’nın karakteriyle, hem de hikayeyle uyuşuyor. Andrea’yı ilk günlerde modaya uygun olmayan, “iğrenç” kıyafetler içinde görüyoruz ve biraz daha çabalamaya karar verdiği anda iş arkadaşı Nigel’a gidip yardım istiyor. Nigel ise derginin kendi dolaplarından Andrea’ya her gün kıyafet seçerek ona yardımcı oluyor. Andrea’nın bu şekilde tasarımcı kıyafetlere erişimi oluyor, Emily gibi anlamadığım bir şekilde değil. Ayrıca Nigel, Andrea’nın kendi tarzını bulabilmesi için ona her gün farklı tarzlarda kıyafet seçiyor. Andrea’nın farklı tarzlarda kıyafet giymesi bu açıdan mantıklıyken (ek olarak Andrea kendini değiştirmeye hazır, başkalarının dediklerini dinleyip uygulayan birisi), kendinden çok emin bir işkolik olan ve kimseyi dinlemeyen Emily’nin sürekli farklı tarzlarda giyinmesi çok saçma.
Andrea’nın kıyafetlerine kısa bir bakış atmak isterseniz filmi izleyen herkesin çok sevdiğine emin olduğum şu montaja bakabilirsiniz.
Bunun dışında beğenmeme sebeplerimden birisi de kıyafetlerin çoğunun gerçekten kötü olması. Emily çok fazla deseni karıştırıp giyiyor. Desen karıştırarak giymeye güzel olduğu sürece bir itirazım yok ama Emily bunu beceremiyor ya! Giydiği kıyafetler o kadar göz yorucu ki… Yani şu kıyafete bakın… 2010’ların başı aradı, kıyafetlerini geri istiyormuş.
Şapka nasıl mı kullanılır? İşte böyle, bir kıyafeti daha ilginç kılıp kıyafeti tamamlamak için!
Hatta Emily in Paris’te, Emily bir yerde Gossip Girl izlediğinden de bahsediyor. Kimse Gossip Girl izleyip böyle giyinmez canım, bizi kandıramazsın.
The Devil Wears Prada’da ise Andrea’nın patronu Miranda Priestly’nin tarzında Vogue’un genel yayın yönetmeni Anna Wintour’un tarzından esinlenildiğini görüyoruz. Ancak Miranda, izleyiciler tarafından kişilik olarak Anna’ya benzetildiği için ve tıpkı onun gibi bir derginin yüksek bir pozisyonunda çalışan kendi tarzını bulup oturtmuş biri olduğu için bunun yerinde bir karar olduğunu düşünüyorum.
Küçük bir not: Miranda, sanılanın aksine Anna’dan esinlenilerek yapılmış bir karakter değil. İki sene önce yapılan haberlerde, Emily Blunt şöyle bir açıklama yapmıştı:
Meryl karakterini aslında Anna Wintour’a dayandırarak oynamadı. Bunu Anna’ya söyledi. O, karakterini Hollywood’da tanıdığı iki adama dayandırarak oynadı, bu kişiler isimsiz kalacak ancak ben kim olduklarını biliyorum.
Emily Blunt
Peki siz Emily’nin kıyafetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Beğenenlerden misiniz, yoksa benim gibi sevmeyenlerden mi? Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, hoşçakalın!