Bir hikayede kim olduğunu bilmediğimiz bir kötü adam olmasını seviyorum. Bu gizemli tehdit ana karakterimiz hakkında her şeyi bilirken karakterin ve okuyucunun, bu tehdit hakkında hiçbir şey bilmemesi ve bu tehdidin kim olduğunun merakı beni hikayeye bağlayan şeylerden biri oluyor. Hikaye hakkında teoriler üretmek, repliklerin bir sayıya gönderme olup olmadıklarını düşünmek ve gizem sonunda çözüldüğünde önceki sayılara/bölümlere gidip eski repliklerdeki ipuçlarına bakmak, artık neler olacağını bilerek tekrar okumak çok güzel şeyler. Peki bu “kötü adam kim?” gizemi fazla uzarsa ne olur? Bütün o göndermeler, “geçmişini biliyorum” tavırları gereğinden fazla uzayıp en sonda tamamen fıs çıkarsa ne olur? Nick Spencer’ın üç senelik Spider-Man yazarlığında bu sorunun cevabını çok net bir şekilde alıyoruz; bıkkınlık hissi ve onu takiben büyük bir hayal kırıklığı.
Bu çizgi romanda, Peter Parker’ın geçmişinden gelen biri olduğunu söyleyen ve Peter’ın “günahını itiraf etmesi” gerektiğiyle kafayı bozmuş, kırkayaklara hükmedebilen ve yüzü sargılar içinde olan Kindred isimli bir tehditle yüz yüze gelmesi anlatılıyor. Kırkayak mevzusu kağıt üstünde biraz saçma gelse de hikayede gerçekten tüylerimi ürpermeyi başaran bir şekilde işlenmişti, bu açıdan Nick Spencer’ı tebrik etmek istiyorum. Kendisinin yazdığı kitaplar hakkında sevmediğim şeylerin sayısı oldukça fazla, o yüzden onlara geçmeden önce sevdiğim şeylerden hızlıca bahsetmek istiyorum.
Serinin çizimleri çok iyi. Spencer’ın dönemi boyunca Mark Bagley, Humverto Ramos ve Patrick Gleason gibi çizerler de kitapta çalışsa da, çoğu kişi bu dönemi Invincible’dan da tanıdığımız Ryan Ottley’in çizimleri ile özdeşleştirmiş durumda. Ottley, sanırım bu seride en fazla yer alan çizer ve bazı yerlerde garip durduğunu düşündüğüm yüz ifadeleri dışında her seferinde sağlam bir iş çıkarıyor. Diğer çizerlerin her birinin çizimlerini beğensem de favorim Patrick Gleason oldu. Kendisi aynı zamanda şu anda devam eden Beyond hikayesinin de çizimlerini yapıyor, ve orada da şahane bir iş çıkarmış. Kısaca toparlarsak kitaptaki çizimler tutarlı bir şekilde kaliteliler, hiçbir sayıda “ya bu çizimler çok kötü, x çizeri geri gelsin” dediğimi hatırlamıyorum.
İkinci olarak; kitabın yazarlığı beni her ne kadar hayal kırıklığına uğratsa da, kitabı Kindred hikayesinden ayrı incelediğimizde o kadar da fena yazılmamış. Özellikle ilk 20 sayıyı okurken çok beğendiğimi hatırlıyorum. Kindred gizemi güzel işleniyordu, Peter önceki kitapların aksine daha sorumluluk sahibi yazılmıştı ve Wilson Fisk’in New York başkanı olması Spider-Man ile aralarında ilginç bir dinamik yaratmıştı. Dan Slott’un deneysel diyebileceğimiz döneminden sonra ciğer dolusu temiz hava almışım gibi hissettim. Bunlar dışında Sins Past hikayesi ve Absolute Carnage’a bağlanan sayılar da çok hoştu. Bir yerde 2099’un Spider-Man’i Miguel O’Hara’nın da işin içine karıştığı ve Spider-Man’in bir blog için canlı yayın yaptığı güzel şeyler de oldu. Peki, bu ilk yirmi sayı sonrasını konuşurken atladığım yeri fark ettiniz mi? Evet, Kindred. Ve işte benim bu kitaptan soğuduğum kısım da burada başlıyor.
Mesela Kindred hikayesindeki amaç neydi? Bunu çok ciddi soruyorum, çünkü The Amazing Spider-Man serisindeki yetmiş dört sayı boyunca kendisinin hikayesini okumama rağmen hala tam olarak neden Peter ile kafayı bozduğunu anlamış değilim. Bunda kitabın temposunun da etkisi büyük. İlk gördüğümüzde Peter’ın geçmişinden gelen, her hareketini izleyebilen ve ciddi anlamda tüyler ürpertici bir figür olsa da, bir yerden sonra bildiğin kayboluyor. Peter J. Jonah Jameson’ın podcast programına konuk oluyor, zaman yolculuğu ve Doctor Doom ile uğraşıyor, onca şey arasında Lizard ve ailesine yardım ediyor, ya Kindred? Kendisi ortalarda gözükmeye tenezzül bile etmiyor. Sadece aralarda “Peter ben seni hala izliyorum ha, günahın var bir tane onun bedelini ödeyeceksin” diye kendini hatırlatır gibi görünüp geri gidiyor. İş bir yerden sonra öyle bir noktaya geldi ki bir sayıda kendisini görünce kendi kendime “Aa, Kindred diye biri vardı değil mi?” demiştim. Bütün seri boyunca kendisinden korkmamız, hakkında teori üretmemiz gereken kötü adamın varlığını bile unutturacak kadar yavaş bir şekilde işleniyor hikayesi.
Hakkını vereyim, kendisinin sonunda Peter ile yüz yüze geldiği ve günahını itiraf etmesi için bağırırken Peter’ı sürekli öldürüp dirilttiği sayıyı okurken tüylerim ürpermedi değil. Hatta eğer Spencer burada Kindred’in Harry Osborn olduğunu açıkladıktan sonra Kindred gizemini bırakıp onu yenmeye odaklasaydı bu yoldan gram şikayetim olmazdı. Ama Spencer bu “gizemli kötü adam” işini daha da uzatmak istediği için bir sayı sonra kafese kapatılmış ve kendisinin gerçek Harry olduğunu söyleyen BAŞKA bir Harry görüyoruz. Kindred hikayesinin bitmesine bir sayı kala Kindred’in gerçekten kim olduğunu öğreniyoruz, BİR SAYI SONRA onu da siliyorlar. Elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım:
UYARI: Yazının bu noktasından itibaren spoiler vermekten kaçınmam imkansız, bu yüzden spoiler yemek istemiyorsanız buraları es geçin.
Harry Osborn, Goblin serumunun etkisindeyken bilincini bir bilgisayara aktarıyor ve sonra babası Norman’ı Gwen Stacy ile seviştiğine ikna etmek için Mysterio ile iş birliği yapıyor (Sins Past denen o rezaleti külliyattan silmesi beni çok mutlu etti), sonra da Peter ve Gwen’in DNA’ları ile klonlar oluşturuyor. Kindred aslında Gwen’in çocukları Sarah ve Gabriel Stacy, ama son sayıda onları yaratan Harry yapay zekasının Harry değil Mephisto olduğunu öğreniyoruz. Kitapta anlatıldığı şekli çok daha karmaşık, bu yüzden bu gizem olayının bu kadar yavaşladıktan sonra karmakarışık bir şekilde açıklanıp cevaptan çok soru işareti bırakması benim çok sinirimi bozuyor. Ben kitabın bitmesine iki sayı kala okumama rağmen böyle hissediyorsam üç sene boyunca takip eden insanların nasıl hissettiğini siz düşünün.
Sinirimi bozan diğer bir olay, Spencer’ın tekrar bir şeye ufak ufak göndermeler yapıp bomboş bir yere bağlamasından kaynaklanıyor. Peter’ın Mephisto ile anlaşma yaptığı ve May Yenge’nin hayatı karşılığında Mary Jane Watson ile evliliklerini feda ettiği One More Day çizgi romanından bahsetmeme gerek yok sanırım. Peter’ın karakter gelişimini büyük ölçüde geriletirken 1990’lardan beri beraber olan Peter Parker – Mary Jane Watson çiftini de ayırdığı için zamanında büyük tepki çekmişti. Spencer, kitap boyunca bu hikayeye ufak ufak atıflarda bulunuyor. Peter’ın Mary Jane’e evlenme teklif etmeyi planladığını ama onları ayrı tutan bir güç varmış gibi hissettiğini görüyoruz. Sonlara yakın bir yerde Doctor Strange de olaylara dahil oluyor ve Peter’ın ruhunda bir şeylerin yanlış olduğunu fark edip şeytan Mephisto’nun yanına gidiyor. En son da bilinmeyen bir ruh için kumar oynuyorlar. Bütün bunlar hepimizi Spencer’ın bu anlaşmayı sileceğine, en azından silinmesi için adımlar atacağına dair umutlanmaya, ve Kindred’in bahsettiği bu günahın One More Day olabileceğine dair heyecanlanmaya itmişti.
Peki ne oldu? Hiçbir şey olmadı. Spencer son sayıda bile “ehehe bakın One More Day var” diye ufak göndermeler yapsa da Strange ve Mephisto’nun üzerine kumar oynadıkları ruh Peter’ın değil Harry’nin ruhu çıkıyor. Meğerse Norman Osborn zamanında başarılı bir bilim insanı olmak için ilk oğlunun ruhunu Mephisto’ya satmış. Kindred’in de sürekli bedelinin ödenmesini istediği günah da buymuş. Yani Kindred’in Peter’dan almak istediği intikam büyük ihtimalle Peter’ın doğmasından bile önce olan bir şey yüzünden. Hem Kindred hikayesi duvara tosluyor, hem de o kadar One More Day göndermesinden sonra Strange hiçbir şey yapmadan oradan ayrılıyor. Her ne kadar Strange, Peter ve Mephisto arasında yapılan bir anlaşmadan artık haberdar olsa da Death of Doctor Strange diye bir event’in şu anda devam etmesi yüzünden bir süre daha bu konuda bir şey yapılacağını sanmıyorum.
Ben bu kitabın bir noktasında editörlerin Spencer’a müdahale ettiğine çok eminim. Spencer’ın anlatmak istediği bir hikaye var, bunun temellerini kitabının başlarında atıyor ama bütün o hikaye noktaları o kadar alakasız yerlere bağlanıyor ki bir plan varmış da son dakikada değişmiş gibi hissettiriyor. Arka planda dönen olaylar her neyse sonucunda ayrı ayrı hikayelerine bakması güzel olsa da yavaş ilerleyen, kafa karıştıran ve bir yere bağlanmayan bir seri bırakıyor.